Cthulhu Düş Görerek Bekliyor: The Sinking City İncelemesi

Eğer korku türüne aşinalığınız var ise ve kitap okumayı da seviyorsanız Howard Phillips Lovecraft adını duymamış olmanız güç. Amerikalı bir korku yazarı olan ve korku, düşlem ile bilimkurguyu bir araya getirerek yazdığı mektuplarıyla meşhur, sadece bir o denli da gizemli bir yazar olan Lovecraft da tıpkı J. R. R. Tolkien şeklinde bir evrenin yaratıcısı. J. R. R. Tolkien, Orta Dünya‘yı kurarken, Lovecraft ise, bilinmezliklerle dolu, tarifi bile olanaksız karartısıyla meşhur Cthulhu Mitosunu ortaya çıkarmasıyla tanınıyor. Eğer buraya kadar ilginizi çektiyse Call of Cthulhu (Cthulhu’nun Çağrısı) isminde kitabını muhakkak okumanızı tavsiye ediyoruz. Bugün inceleyeceğimiz The Sinking City’yi ise, “tahammülünüz var ise” oynayabilirsiniz.
The Sinking City‘yi derhal hızlıca harcamak istemiyoruz, veryansınımız başka! Zira böylesine gizemli, işlenebilecek fazlaca fazla hikayeyi barındıran, kurmacalarla çeşitlendirilebilecek, zenginleştirilebilecek ve pazarlanabilecek bir dünyaya haiz Cthulhu evreni niçin bugüne dek bir AAA oyunu olarak karşımıza çıkmadı, anlaması hakikaten güç. Adının geçmiş olduğu bir oyunu duyduğumuzda, “bu kere oluyor,” diye heyecanlanıp sonrasından hayal kırıklığına uğramaktan yıldık doğrusu.
Bugüne dek birçok kez Call of Cthulhu adının geçmiş olduğu oyunu görme şansımız da oldu ve hatta bunlardan sanırız –çıkmış olduğu yıl itibariyle- en iyisi 2005 yılındaki Call of Cthulhu: Dark Corners of the Earth idi. Genişleme paketleri ve 2018’de de “Call of Cthulhu” adıyla çıkan oyunlarda ise gene orta derece bir grafik çizilirken, hiçbiri aranan o “tadı” veremedi doğrusu. Kim bilir bunda, Lovecraft’ın yazıya döktüğü dünyanın, hayal gücümüzde gerçeğe dönüştürülemeyecek bir halde canlanmasının karşılığı, hakikaten de Cthulhu dünyasının herhangi bir geometrik değerle tanım edilemeyecek, sözcüklerle ifade edilemeyecek yansıması şeklinde anlatılmasının oranı vardır –ki bu {hiç de} yabana atılmayacak denli güçlü bir hisse.
Her neyse, yeteri kadar Lovecraft övdüğümüze nazaran şimdi The Sinking City’ye geçebiliriz. Fakat geçmeden özetlemek gerekirse Lovecraft’ı da tanıyalım:
Howard Phillips Lovecraft Kimdir?
Edgar Allan Poe‘nun gotik mirasını devralma çabasında bulunan yazarların en tanınmışı olan Howard Phillips Lovecraft, 20 Ağustos 1890‘da Rhode Island, Providence’da doğru. 4 yaşlarında okumayı öğrendi. Sıhhat sorunları sebebiyle üniversiteye gidemedi. Yaşamını kazanmak için hayalet yazarlık vb. yapmış oldu. İrili ufaklı öyküler, makaleler ve fazlaca sayıda mektup yazdı. The Colour Out of Space, At the Mountains of Madness ve Cthulhu’nun Çağrısı hayattayken ve öldükten sonrasında en fazlaca dikkati çeken anlatıları oldu. 15 Mart 1937‘de hayata gözlerini yumdu.

The Sinking City İncelemesi
The Sinking City, Lovecraft’ın Cthulhu Mitosunu temel alıyor ve yapımcı şirket Frogwares‘in en iyi bilmiş olduğu işi yapması için de fazlaca uygun bir zemin hazırlıyor: Dedektiflik. Frogwares ekibi, Sherlock Holmes oyunlarıyla tanınan bir şirket ve bu temayı hakikaten de iyi işliyor. The Sinking City’de de bunu fazlaca başarı göstermiş bir halde aksettiriyor esasen.
Cthulhu temasının karanlık yönü ve dedektiflik öğelerini arkasına alan The Sinking City, bu anlamda daha oyuna başlarken –hele ki hikayenin de farkındaysanız- büyük bir heyecana kapılmanıza sebep oluyor. Oyunda kahramanımız Dedektif Charles Reed.
İmgelerle dolu kabuslar ve halüsinasyonlar gören ve bunun sebebini öğrenmek için kendini “bir halde” puslu bir kent olan Oakmont‘ta kabul eden dedektif Charles Reed, daha kasabanın girişinde doğru yerde bulunduğunu anlamakta geç kalmıyor. Zira Oakmont Limanı’nda onu karşılayan Robert Throgmorten‘ın “garip” görünüşü bir yana, oğlunun kaybolmuş olması da Reed’e doğru zamanda, doğru yerde bulunduğunu gösteren bir işaret şeklinde. Tıpkı oyunun ilerleyen kısımlarında, bir “hastane duvarında” karşılaşacağınız tabloda yazılı olan sözler şeklinde…
Oyunun anlattığı dünya hakikaten de kitabından fırlamış desek yeri. (Bu aşamada Dagon filmine de göz atmanız şiddetle tavsiye.) Çevrede takip ettiğiniz notlar, kasabada yaşayanların hikayeleri, Throgmorten ailesi ve Innsmouth Sendromu yaşayan halk içinde yaşanmış olan gizemli vakalar ve kayıp R’lyeh şehrinde yükselmeyi bekleyen Cthulhu derken, kendinizi oradan ortaya savrulurken buluyorsunuz.
Ayrıca eğer DLC’lerle birlikte paket olarak Deluxe Edition şeklinde alırsanız The Sinking City’nin hakikaten de fazlaca uzun bir oyun bulunduğunu söyleyebiliriz. Zira biz ortalama 3 haftadan bu yana akşamları minimum 1 – 2 saat kadar oynuyoruz, fazlaca sayıda gizemi açıklığa kavuşturduk fakat daha alınacak fazlaca yol var. Paketler içinde; Experience Boost, Chicago Organ Grinder, Worshippers of the Necronomicon, Merciful Madness ve Investigator Pack‘in bulunduğunu da açıklayalım.
Fakat açıkçası The Sinking City’de bu kadar vakit geçirmek için Cthulhu Mitosunu seviyor olmanız, hikayenin sonunu merak etmeniz ya da hakikaten de dedektiflik işlerine bayılıyor olmanız gerekiyor. Aksi halde ilk birkaç saat sonrasında oyunun oynanması bir fazlaca güçleşiyor. Bunun çeşitli sebepleri var, yazının devamında yeri geldikçe bu tarz şeyleri da araya serpiştireceğiz.
Evet, Charles Reed, iskeleden çıkıp da Robert Throgmorten’la tanıştıktan sonrasında onun yitik olan oğlunu aramaya ve böylece Oakmont’taki “kendi yerini” bulmaya olan yolculuğu da başlıyor.

“Sonsuza Dek Yatabilen Ölü Değildir”
Oakmont, gizemli bir sel baskınına maruz kalmış, üstünde devamlı puslu bir havanın gezdiği, karanlığın kuytu köşelerinde birilerinin ağlamış olduğı – sızlandığını gördüğünüz, halkın açlık ve sefaletle ızdırap çekmiş olduğu bir kent. Yıkıntılar ve sel baskınlarıyla dolu caddelerinde kah yürüyor, kah teknenizle ilerliyorsunuz. (Sağ olsun teknemizi ve duracak yerimizi Robert Throgmorten’a borçluyuz.)
Oakmont oldukça geniş bir kent ve pek fazlaca bölgeden oluşuyor. Yönünüzü harita üstünden atama ediyorsunuz ki, bu ilk başta pek bir zor geliyor; nerede olduğunuzu anlamakta, nereye gideceğinizi kestirmekte bir fazlaca güçlük çekebiliyorsunuz. Her ne kadar dedektif olduğunuz için harita üstüne notlar alabilmenizin önü açılmış olsa da, ara sıra kendinizi sokak ve caddeler içinde kaybolurken bulacaksınız. Bu anlamda oyunun kendine dair bir dili var diyebiliriz; o dili çözümleyene kadar birazcık debelenmeniz düzgüsel. Eğer o eşiği geçerseniz ise, sonrası çorap söküğü şeklinde geliyor. Ayrıca her neyse ki oyunda süratli gezi özelliği var, telefon kulübeleri içinde gezi edebiliyorsunuz.
Oyunda harita fazlasıyla geniş öykü de çetrefilli olunca, önünüzde takip etmeniz ve dedektiflik yeteneklerinizi sergilemeniz ihtiyaç duyulan fazlaca fazla dosya birikiyor. Ana vazife ve yan görevlerin derken oyun sizi içine çekiyor, sadece bir o denli da can sıkan hale bürünüyor. Bunun en büyük sebeplerinden birisi sessizlik. Oyunda neredeyse çıt çıkmıyor dostlar. Sokaklarda ve caddeler dolaşan NPC‘lerin yanına yaklaştığınızda ettikleri 1 – 2 kelam yada girdiğiniz aksiyonlar haricinde tamamen bir sessizlik hakim diyebiliriz. Bu, oyunun bizim gördüğümüz en büyük eksiği.
Buna rağmen çevre tasarımı ise hakikaten başarı göstermiş; Cthulhu teması oldukça ilgi çekici şekilde oyuna yansıtılmış. Ek olarak grafikler de onu destekleyecek cinsten. Bu anlamda geliştirici ekibi kutlama edebiliriz. Sadece her binanın mı içi aynı olur?! Bilhassa notları takip ettiğiniz ve çeşitli gizlenmiş parçaları binaların içinde aradığınız bölümlerde sanki her defasında aynı binanın içinde dönerek duruyorsunuz. Her neyse ki, bu durumda çoğu zaman DLC’lerden gelen yan görevlerde karşılaşıyorsunuz.

“Ve Garip Zamanlarda Ölüm Bile Ölebilir”
Charles Reed, başarı göstermiş bir dedektif, doğal ki sizin sağladığınız seviyede. Öykü takip edeni açısından ipuçlarını birbiriyle ilişkilendirebilmeniz, araştırma kabiliyetiniz ve sezgileriniz mühim. Zira bir çok vakit yalnız vaka mahallini gezmeniz yetmeyecek, kimi zaman birinden duyduğunuz bir adı gidip polis karakolunda soruşturmanız, kimi zaman ise hastane kayıtlarında araştırmanız gerekecek. Hatta kütüphaneye gidip bölgenin geçmişi hakkında düşünce edinmeniz veyahut gazete ve belediye binasının koridorlarını arşınlamanız da sık sık gerekecek.
Dedektiflik haricinde bulmaca mekaniklerinin de bol miktarda yedirilmiş olduğu oyunda, Charles Reed’in “görü” kabiliyetine de bilhassa başvuracaksınız. Doğal ki Cthulhu oyunlarından aşina olduğumuz “çıldırma” derecesi bu oyunda da var ve bu kabiliyetinizi fazla kullanmanız sizi “deliliğin dağlarına” itmeye yetebiliyor, çevrede imgeler görmeye başlayabiliyorsunuz. Bu da oyunun atmosferine fazlaca güzel yedirilmiş. Ah, bir de karşımıza çıkan yaratıklar da iyi olsaymış!
Oyunda belli bölgeler, yaratıkların istilası altında. Araştırmak için girip çıkmanız gerekiyor ve her defasında bu görüntüsü fazlaca ürkütücü yaratıklara karşı ter döküyorsunuz. Sadece oyunun aksiyon barının düşük bulunduğunu açıklayalım. İlk etapta zayıf olduğunuz için feryat çığlığa kaçıyor, sadece bir süre sonrasında düzey atladığınız, kabiliyetler kazandığınız ve silahlarınız çeşitlenmesi bir yana her yaratığın davranış biçimini ve zayıf noktasını da kestirmenize bağlı olarak bam – güm şeklinde ilerleyebiliyorsunuz, bu da oyunun güçlük derecesini düşürüyor. Kısaca yaratıklar sizin gelişiminize ayak uydurarak güçlenmiyor, ilk bölümde her neyse sonrasında da o. Ha, arada boss’lar sürpriz yapabiliyor, o ayrı.
Suni zekanın pek kuvvetli olmadığı oyunda Charles Reed ise kazanılmış olduğu kabiliyet puanlarıyla kabiliyet ağacı üstünden becerilerini geliştiriyor. Ek olarak tabanca çeşitliliği de oyuna sağlanmış. Cephane kraftlayabiliyor, tuzaklar kurabiliyorsunuz.

Netice
Netice olarak The Sinking City de aradığımız Cthulhu tadını, ağzımıza bir parmak bal çalıp başka bahara erteleyen oyunlardan biri oluyor ne yazık ki. Atmosfer fazlaca güzel, öykü bir halde sürükleyici, dedektiflik mekaniği yağ şeklinde akıyor, fakat öteki eksiklikler de oyunun menzilini kısaltıyor ne yazık ki. Ayrıca biz The Sinking City’nin PlayStation 5 versiyonunu oynadık. Grafikler güzel, sadece unutmamak lazım ki, bu oyun PS5 için hususi yapılmış bir sürüm değil, build versiyonu. Bilinmiş olduğu şeklinde The Sinking City aslına bakarsak 2019 senesinde tüm platformlar için çıkmıştı, PS5’in gelmesiyle birlikte de güncellendi. O arada doğal ki oyun DLC‘lerle birlikte de bir fazlaca zenginleşmiş durumda. PlayStation 5’in avantajlarını da arkasına alan Sinking City’de, yükleme süreleri göz açıp kapayacak kadar kısa ve DualSense’in Adaptive Trigger‘ı da tetiğe bastığınızda kendini hissettirecek şekilde uyarlanmış. Eğer Cthulhu evrenini seviyor, dedektiflik temasından hoşlanıyor ve oyunun bahsettiğimiz aksaklıklarını göz ardı edebileceğinize inanıyorsanız, önünüzde uzun soluklu gizemli bir serüven sizleri bekliyor. Oyunun Türkçe olması da öykü takip edeni açısından bilhassa kıymetli.
CHIP Online Notu %70
KÜNYE
- Yayıncı: Frogwares
- Geliştirici: Frogwares
- Tür: Aksiyon / Serüven
- Platform: PlayStation 5, PlayStation 4, PC, Xbox, Nintendo Switch
- Web: playstation.com